Meselenin Ciddiyetinin Farkında Mıyız?
Piyasada, ya da daha özelde borsada “beklentiler alınır, gerçekleşmeler satılır genel kabulü vardır. Beklentisi olan, hikâyesi sağlam şirketler, hatta partiler ve dahi ülkeler yatırımcıları çeker, ihtiyaç duyduğu sermayeyi uygun şartlarda (maliyet, vade vs) bulur ve gelişmesini devam ettirir.
Seçimlerin yapılıp geride kalmasına rağmen bir türlü tartışmaların ve sayım sürecinin tamamlanamamış olmasının ekonomiye ve beklentilere yönelik olumsuz etkisini siyasetçilerimizin görememesini anlamakta zorlanıyorum.
Geçmişteki çeşitli yazılarımda ülkemizin temelde sermaye fakiri ülkeler arasında yer aldığını, mevcut bankacılık sistemimizin tamamının (Kamu, Özel vd) aktif büyüklüğünün Avrupa ya da Amerika’daki orta boy bir banka kadar bile olmadığını detaylıca yazmıştım.
Sermaye fakiri bir ülke olarak, dış borçlanma olmadan istenilen hızda gelişme sağlayamayacağımız açıktır. Mevcut Özel sektör borcunun 300, Kamu Borcunun da 100 milyar doların üzerinde olduğu, toplamda 400 Milyar dolar seviyesindeki dış borcun çevirilmesinde faiz oranındaki 1 puanlık artışın 4 milyar dolar yıllık maliyet artışı anlamına geldiğinin farkında olalım. Borcu geri ödeyememe sigorta priminin (CDS) ise şu an için %4 ün üzerindedir. Kamu yurtdışı borçlanmaya çıktığında yıllık maliyet (CDS dahil) %8 lere ulaşmış durumdadır. Bankaların ve şirketlerin borçlanmasında ise %10 lu rakamlar aşılmıştır.
Borçlanma ihtiyacımızın net olduğu şartlarda, yabancı yatırımcıya ve hatta yerli yatırımcıya güven vermeyecek adımların atılması öncelikle maliyet artışı, daha sonra da borç bulup çarkları döndürememe gibi sonuçlara yol açacaktır.
Yurt içinde bankaların devalüasyonla birlikte yaşadıkları problemleri detaylıca yazmıştım. Bu çerçevede, gerek ödenmediğinden takibe aktarılan krediler gerekse yeniden vadelendirme sebebiyle ötelenen ödeme planları, ciddi nakit açığı oluşturmuştur.
Seçim sonrası başta dengesi fazla bozulan bankalar olmak üzere genel bir faiz artışı havası oluşmuş hatta özellikle ticarî kredi faiz oranları artmaya başlamıştır.
Dünya ekonomisinde, ağırlıklı olarak ABD (FED) kaynaklı finansal türbülansın dengeleri bozmaya devam ettiği şartlarda, ülke olarak çok daha dikkatli olmamız gerekirken buna uygun davranışlar gösteremiyoruz maalesef. Önümüzdeki süreçte, bol ve düşük maliyetli fon akışının tamamen kesildiği ciddi bir küresel daralma yaşanacağının işaretleri fazlasıyla mevcuttur.
Üstelik, geçen Temmuz ayından bu yana hükümet, tabiri yerindeyse tüm cephanesini kullandı, vergilerden feragat etti, yeniden yapılandırmalar yaptı, şartları zorlayarak piyasaları rahatlatmaya çalıştı ancak hepsi problemi ötelemekten ibaret pansuman tedbirlerdi, esasa yönelik neredeyse hiçbir adım atılmadı. Seçim şartlarında bir kısmı anlaşılabilir olsa da genel olarak âmiyane tabiriyle “kadere kırkbeş”, “inşallah bir çaresini buluruz” benzeri yaklaşımlar gösterdi.
Problemlerin ertelenmesinden kaynaklanan basınç ümit ederim ki üzerimize uygulanacak yeni bir operasyonla infilâk etmez.
Gerçi, dostane söylenen her türlü eleştirinin, tavsiyenin doğrudan düşmanlık olarak algılandığı tuhaf zamanlardan geçiyoruz. Bunu göze alarak söylemek isterim ki; şapkamızı önümüze koyup derin düşünme zamanıdır. Ümit ederim seçim sonuçları bu anlamda doğru okunur ve gereği yapılırsa işler makul sürede normalleşir.
Ekonomi yönetiminin rakamları yönetmekten çok beklentileri yönetmek olduğu hususunu hatırlatmak isterim.
PEKİ, ÇARE NEDİR?
Bizim kurtuluşumuz, uzun yıllardır üretimin arttırılmasında, ticaret kanallarının açılmasında, üretene destek vermekte, üretimle oluşacak katma değer artışına yönelik innovasyon çalışmalarındadır.
Özellikle tarımsal ürünlerde yaşadığımız plansızlık ve hesapsızlık sebebiyle ülkenin gündemi sebze-meyve üzerine dönmektedir ve bizim çapımızdaki bir ülke için bu ayıptır. Tarım Bakanlığının “Bürokrasi Bakanlığı” ya da tembelliği kollektif hale getiren destekleme politikalarının uygulandığı “Beleş para dağıtma Bakanlığı” konumundan çıkartılıp gerçek anlamda üretimi planlayan, üreticiye yol gösteren, sahada koşturan bir yapıya dönüştürülmesi acil ve elzemdir.
Ümit ederim ki 10 Nisan 2019 günü Hazine ve Maliye Bakanlığınca açıklanacağı ilan edilen yeni aksiyon planında meselenin ciddiyetinin kavrandığını görelim.
Bizim kadar uzun yıllardır aynı şeylerin konuşulup hiçbir şeyin yapılmadığı kaç ülke vardır bilemiyorum. Artık harekete geçelim lütfen.